ŞEHİRKOLİK


YÜREĞİMDE TAŞIDIĞIM ŞEHİRLER

ROMA    

O bir “Erkek". Savaşçı, kültürlü ve entellektüel ama geleneklerine de bağlı, tarzı olan ve kendi doğruları ile dünyayı yöneten, sınırsız ve zamansız, hem genç, hem yaşlı, ama tavrı daima Aşktan yana, mutlu ve enerjik. İlk görüşte aşık oluyorsunuz Roma’ya. Yıldırım aşkı bu ve yüreğinizde tarif edilemez bir tutku dolaşırken. Her anından ayrı bir haz alıyorsunuz, Roma size dünya tarihinin büyük bir bölümünü yaşatıyor kaldığınız süre boyunca. İlk çağlardan bugüne kadar uygarlığın adım adım ilerleyişini sunuyor önünüze. Kah çocuksu bir heyecanla, kah yaşınızın olgunluğuyla bayılıyorsunuz bu adama .

AMSTERDAM
AMSTERDAM , edepsiz , sınır tanımaz ama , her sınır tanımayan gibi capcanlı , dinamik , ne dişi , ne erkek , hem dişi - hem erkek , gününü gün ederken , geceyi yaşamayı da seven , estetik ve entellektüel , sevgiden çok aşktan anlayan ve aşktan yana tavrı olan AMSTERDAM ... Neşeli , uçarı , insancıl , nerede akşam orada sabah , özgür ruhlu , aklı beş karış havada AMSTERDAM ... Yolunu kaybedenlerden çok , nereye gittiğini bilenlerin buluştuğu kent ... Lale renkli , lavanta kokulu , kimseyi reddetmeyen bu kenti siz de reddedemiyor ve aşkına karşılık veriyorsunuz , ateşli sarılmanızla ... Her sokağını içinize çekiyorsunuz öpücüklere boğarak ... Yetmiyor , yüreğinizde varolan şehirleri söküp atıp , kuvvetlice AMSTERDAM'ı yapıştırıyorsunuz damarlarınıza !!! O kadar yetmiyor ki ne yaparsanız yapın , karar veriyorsunuz en kısa zamanda tekrar gelmeye bu şehre ... Hem de uçağınız henüz havalanmaya bile başlamadan ... Bu şehir bir kez daha gelmenizi emrediyor , gel sevişelim diyor hem gündüz , hem gece , hem ayışığı sonatıyla , hem gökkuşağı  aydınlığında ... Yağmur da yağsa , güneş teninizde yaralar da açsa , yetemiyorsunuz ... Kırmızı ile çizilemiyor bu şehir haritada ... Bu şehir , insancıllığı , çiçekleri , müzeleri , pozitif enerjisi , bisikletli insanları , elmalı turtası , karnaval sesleri , ressamları , kraliçesi , peynirleri ve peynir için aksesuarları , "coffee shop"ları , kanalları , romantikliği , tahta ayakkabıları ve "pancake"leri ile taht kurmakta "Şehirsever Seyyahların rotasında" ...


KYOTO
KYOTO ...   O bir Asya Kadını ... Japonya'nın eski başkenti , Geyşa'ların merkezi ... Etrafta Kimonaları ile dolaşan kadınları görünce , Japonya'nın teknolojisi ile bağdaştıramıyorsunuz ama , Gelenekçi Japonlar bunu çok güzel harmanlayabilmişler , sizin anlamanız zor oluyor , onlar hallerinden memnunlar ... Japonya'da en etkilendiğim yer , "Bir Geyşa'nın Anıları" filminde de boy gösteren  Geyşa'ların Mahallesi " Gion" oldu ... Hava karardıktan sonra , gizli saklı , fotoğraf makinamızı kimselere göstermeden dolaştık Gion'da ... Yine de huzursuzluk duyduk , yasak ihlali yapıyormuş gibi , suçlu suçlu bakışlarla , kaçamak deklanjöre basışlarla idare ettik ... Her an bir CEO'nun Koruması elimdeki makinayı bir öfkeyle alıp , bana en acısından haddimi bildirecek gibi ... KYOTO bir dişi ama , erkek egemenliğine boyun eğmiş , kaderini büyük bir sabırla yaşayan ve kaderine inanan bir dişi ... Yani , KYOTO'nun dişiliği Paris ve İstanbul'un dişiliğine asla benzemiyor ... Paris , ne kadar bütün dünyayı parmağında oynatan , zeki , eğitimli , kültürlü , bağımsız ve özgürse , Kyoto'da o kadar sakin , erkeği için yaşayan , hayatını erkeğine adamış , sessiz ve boğuneğen , kendini olabildiğince gizleyen bir kimliğe sahip ... İstanbul ne biri , ne öteki , ama bir yandan da hem biri , hem öteki ...
KYOTO bu Asya'lı zarif ama , anaç kadını yakından tanımanız için Kinkakuji Tapınağını gezmeli ,


Nijo Kalesini görmeli , Kiyomizu Tapınağında geçmişin izlerini sürmeli ve Geyşa Mahallesinde gerçek Geyşalarla tanışmalısınız ... Sonrası çorap söküğü gibi gelir ... Bir de bakarsınız , Japonca ve Geyşa nezaketi ile selamlamaktasınız etrafınızı ...  




KAPADOKYA 
İlk kez gördüğümde kendi kendime söz vermiştim bir gün , bir çocuğum olursa , aklı erdiği zaman ilk götüreceğim yer Kapadokya olacaktır diye ... 
İlk götürdüğüm yer olmadı belki ama , gördüğü ve unutamadığı yerlerden biri oldu Kapadokya ... Aşığım ben , aynı Prag'a olduğum gibi , Anadolu'da başka bir gezegene inmişiz duygusu uyandıran görsel şahaser Kapadokya'ya  ...  
Baştan aşağı erkek , baştan aşağı kendini yaşayan , kendi dışında kimseyi görmeyen  , kendine has inançları olan Kapadokya ... Beyni genç ama , bedeni gittikçe yaşlanan , yine de zamana hızlı hızlı ayak uydurmaya çalışan , yerinde duramayan Kapadokya ... Hala çok yakışıklı , hala son derece gururlu ve hala azametli , hala Özgür ve Başına buyruk ...
Yolculuğunuzun Göreme Açık Hava Müzesine giriş kısmında - Peri Bacaları ile karşılaşmadan bir önce - kapayın gözünüzü , fondaki müziğiniz "Silk Road" olsun mutlaka , bir süre sakince müziği dinleyin , gözünüzü açtığınızda , bambaşka bir gezegende , bambaşka bir yeryüzü şeklinde , bambaşka bir hayatı yaşamaya başlayacaksınız ... Olabildiğince uzatın bu ilk karşılaşma anını Peri  Bacaları ile ... O zaman anlayacaksınız görür görmez aşk bu demek ... Kapadokya iliklerinize işler gezdikçe , dolaştıkça ... 

Üç güzellerden başlayın Peri Bacalarını yaşamaya , kaybolun içlerinde , saklanın kendinizden , nice sonra çocukluğunuz elma dersem çık diyince çıkın ortaya yeniden ... 
Bu adam , hem nasıl seveceğini biliyor , hem nasıl koruyacağını kendine sığınanları , bazen Yeraltı Şehirlerinde koruyor , bazen dağında , tepesinde , vadisinde gizlenmiş Kiliselerinde ... 
Zamana inat , Ihlara Vadisinde geçmişine el sürdürtmüyor , zamanı kendi içine saklıyor bütün sırlarıyla ... Onun için bu adam güven uyandırıyor korumacı tavrı ile ... 
Çocukluğundan kalan oyuncakları Peri Bacaları biraz yıpranmış olsada , gelen her misafirinin önüne koyuyor bu oyuncaklarını , paylaşıyor kıskanmadan ... Ama , yolcu ederken misafirlerini , götürmelerine asla izin vermiyor , tek tek sayıyor , sonra yerlerine kaldırıyor , üzerlerindeki parmak izlerini silmeden , kimi biraz daha hırpalanmış oluyor tabii , olsun , misafirlerine unutulmaz bir zaman yaşatmanın gururu sarıyor çoktan Kapadokya'yı ...   
380 basamağı saya saya indiyseniz Ihlara Vadisine , sizinle saklambaç oynamaya başlar bütün ağırbaşlılığını kenara atarak ...  Her seferinde "ebe" dünyalar güzeli Ihlara oluyor , Siz , eşlik ediyorsunuz sadece bu oyuna ... Zaten , O sizi çoktan etkisine alıp , etkisiz eleman haline getiriyor ...Bir Kiliseden diğerine , ilk Hristiyanların ne kadar şanslı olduğunu düşünüyorsunuz ve keşke diyorsunuz zaman tünelinde yapacağınız yolculukla o tarihleri izleyebilseniz bugünkü kimliğinizle ...
Yorulmaz da Ihlara Vadisinin sonuna kadar yürürseniz , Selime Köyü kucaklar sizi  , Kapadokya'nın narin kızı olarak ... Bu narin kızın oyuncakları en az yıpranmış Peri Bacalarıdır ...  Ve eğer gözü sizi tutarsa Kapadokya'nın , izin verir kızı ile dolaşmanıza ve oyuncaklarını sizinle paylaşmasına ...Selime'de zaman durur , Siz de zamansız bir Yolcu oluverirsiniz ... İç dünyanızda sorgulamaya başlarsınız başlangıcı ve bitimi olmayan belki yanlızlığınızı , belki kalabalığınızı ... 




Yavaş yavaş kararırken etraf , ışıklar altında başka görünür kapadokya ... Elinizde , bağlarından damıtılmış nadide bir kadeh şarap , gecesini seyredersiniz Uçhisar'dan veya Avanos'tan veya Sinasos'dan ya da ürkütmüyorsa Erciyes Dağının doruğundan ... Tercihinize kalmış gecenin nasıl biteceği , hangi şiiri ve müziği yayarken yüreğiniz ...  

*** Fotoğraflar ;  nAifce tarafından 2001 Yılında Kapadokya 'da çekilmiştir ... 

PRAG
Prag ; O bir Kraliçe ... Soylu , zarif ve mağrur ... Soğukkanlı ve emreden ... Kendini yaşayan , kendinden başka kimseyi görmeyen , kimseye güvenmeyen , katı kurallı ve aristokrat Prag ... Geri kafalı bir Ortaçağ kenti ama , burası Avrupa'nın tartışmasız "Başkenti" ...
Tepeden tırnağa dişi , tepeden tırnağa acımasız ve bencil ... O kadar bencil ki bu Kadın , her sokakta , her cafede , her dükkanda , her köprüde ruhunuzu doyurur önce , yavaş yavaş ele geçirir  benliğinizi ... Buyurgan tavrıyla bir bakmışsınız sırılsıklam aşıksınız tutku ile ... Kraliçe Prag , Şehri Sonuna kadar Savunan Müridler Tapınağıdır ... 
Yanınızda illa Franz KAFKA , bir Prag kedisi , bir de sevdiğiniz olmalı dolaşırken bu aşık olduğunuz Kadında ... Muhtemelen , Vltava nehrini dinlerken , Charles Köprüsü üzerinde , öpmek isteyeceksiniz yanınızdakileri aşkla ... Sevdasız kabullenmez sizi bu Kadın ve açmaz kollarını sizi sarıp sarmalamak için ... Buram buram romantizm tüten Prag , kahvenizi yudumlarken Astronomik  Saat Kulesinin bir kez daha zamanı durdurmasına tanıklık etmenize ancak bu şartla izin verir Eski Meydanda .... Aşkı ve ölümü çalar , her saat başı Astrolojik Saat ... Aşkın , Ölümü yeneceğini hissederek kalkarsınız cafeden ve içinizde karşı koyamadığınız sağanak , köşe başından aldığınız şemsiyeye Kitap , CD ve Kuklaları doldurursunuz ... Prag'da , bütün "Minimalistliğinizi" tahta kuklalarla yitirirsiniz , kalabalık dönersiniz yaşadığınız şehre ... Hele,  Anarşist Don Quijote ise hayatınızı alt üst eden Kukla ... Nereye sığdıracağınızı düşünmeden sadeleştirdiğiniz evinizde , kocaman bir paketle çıkarsınız dükkandan ... Sonra ... Sonrası malum ... Eve varana kadar elinizde Anarşizmin en tekil kahramanı ile aldatmaya başlarsınız sevdiğinizi gizli saklı ... 
Sonra gözünüz Aslan Asker Svejk'a takılır ve o anda Don Quijote'u bile unutuverirsiniz ... Artık , bir elinizde Don Quijote , bir elinizde Svejk yeni bir kahraman görene kadar dolaşır durursunuz Kraliçenin kollarında ... 
                                                                     Aslan Asker Svayk kapak.jpg
Kaçınılmaz son geldiğinde alelacele binersiniz Uçağa , kaçarak , çünkü , heran fikriniz değişebilir , kopmak çok zor bu kentten ... Başka bir sevdadır Prag , müridleri için ... Başka bir zaman , başka bir kimlik ... Tanıdığım herkes ile bir Prag maceram olsun istiyorum , bir Prag Maceranız olsun sizin de sevdiklerinizle yaşayacağınız  ... 



Prag , kesinlikle O mağrur bir Kraliçe ... 
DUBAİ
Tepeden tırnağa kadar erkek Dubai ... Gündüz ne kadar erkekse , gece de o kadar erkek renkli , erkek sesli , erkek tavırlı Dubai ... Bütün diğer oryantal şehirler gibi ... Zengin ; şımarık değil ama , içten içe görgüsüz ... Şeyh El Maktum : - Ben diyor , paramla kurdum bu görüntüleri , Çölde bir yanılsama yarattım kumlardan , diğer bütün şehirlerden farklı kıldım bu şehri , çünkü burası sanal bir hayat ...
Burj el Arab ile , Burj Dubai ile , Palmiye adası ve devasa bulvarları ile insan , ait olamıyor sokaklarına ... Aidiyeti Şeyh El Maktum tanımlıyor : Burası Benim ...
Bu durumda özgür olamıyor Dubai , başına buyruk , karar bile alamıyor kendi için , kendi özgür iradesi ile ... Verilen emirlere uyuyor ve ne kadar çok itaat ederse , o kadar varlığını koruyabilir , bunu çoktan anlamış ve şunu da biliyor , ne kadar susarsa o kadar zenginleşecek ...
İşte bu yüzden büyüleyemiyor Dubai "Şehri Yürüyerek Gezmeyi Sever Şehirkolikleri" ... Üstüne üstlük Kadınca renklere bürünemediğinden de itici bile geliyor benim gibi , Doğulu , eğitimli , laik Müslüman , Özgür Kadınlara ...
Kısaca , "Görmek" yeter Dubai'yi , anlamaya çalışmıyor İnsan ... ABRA'lar ilginç geliyor "Şehri Eşya ile Tanımlamayı Sever Şehirseverlere" bir de Çöl'de Jeep Safari ... Safari esnasında kahvaltı ya da öğle yemeğini fazla kaçırmamış olmanız gerektiğini unutmamalısınız ...
4 X 4 Araçlarda ve Çöl'de tok karnına , hele bir de Kum Fırtınasına yakalanırsanız , sanırım yaşadığınız şehre aç dönersiniz ...

File:Abra boats 2 .jpg

*** Fotoğraflar ;  nAifce tarafından 2008 Mart Ayında Dubai'de çekilmiştir ... 


TOKYO

Dünyanın en ileri Teknolojisti TOKYO erkektir ... Hem gündüz , hem gece ...
Gündüz çalışmayı sever , Karıncadan yanadır tavrı , Ağustos böceğini ezer geçer ... Parası vardır ve parasıyla hayatı satınalacağını bilmek sakinleştirir TOKYO'yu ... Teknolojiye tutkundur ve son model arabasıyla her kadını elde edenlerdendir , siyah takım elbisesi , siyah gözlükleri , Rolex saati ile tercihini markalardan ve siyahtan yana kullanır gündüzleri ... Ağırbaşlı düşünür , mesafeli ve saygılıdır ... Sessiz kalmayı sever , son cümleyi kendine saklar TOKYO günışığında . Gece inmeye başlayınca Maçolaşır TOKYO ... Hoyratlaşır , avaz avaz bağırır , sözünü geçirmek için her yola başvurur ve Ağustosböcekleri doluşur etrafa , herbiri ayrı renk , herbiri ayrı ses ... Paranın gücünü gösterir Avrupa'ya , Amerika'ya ... New York' a inat sadece Asya'lılar çözebilir TOKYO'nun gece görüntüsünü . Eğer ; "Renkleri Ayırt Etmeden Şehriseverlerdenseniz " TOKYO tam size göre ... Işıl ışıl , rengarenk geceleri neon ışıklarıyla ... Etrafta o kadar çok "Gökdelen" ve o kadar çok reklam ışığı var ki , gündüz gezdiğiniz o minimalist ve modern şehirde olduğunuza inanamıyorsunuz ... Etraf , tam bir curcunaya dönüşüyor , gece inince şehre ... Sanki , Asya'nın daha alt kültürlü bir yerleşiminde , daha aç gözlü bir zaman diliminde , daha paragöz bir hayatı yaşamaktasınız geceleri bu başkentte ... Sınırsız alternatifiniz var geceleri ... Gündüz , değişir seçimleriniz , sabaha karşı 04.00 civarında Balık Pazarı "TSUKUJİ" de günü selamlayabilirsiniz , tezgahların birinde Akdeniz'de yakalanmış bir Yengeç görürüm umuduyla ... Memleketinizden tanıdık balık olup olmadığını yoklarsınız , Japoncanız olsa Balık komisyoncularıyla pazarlık yapacaksınız ancak , ne yazık ki bilinenin aksine Japonya'da İngilizce konuşan çok kişi yok , neredeyse Türkçe daha kolay anlaşıyorsunuz , konuşmaya çalıştığınız Japon'ların büyük bir kısmı İstanbul'u , Kapadokya ve Efes'i sizden daha iyi gezmişler , biliyorlar ... Yaşadığınız kent için saydıkları özelliklerin çoğunu , siz içinde yaşarken gözden kaçırmışsınız ... Balıkçılarla ve Tezgahlarındaki sayısız deniz canlıları ile vedalaşıp kahvaltı için Ginza'ya doğru yola devam edebilirsiniz ... Ginza'da oturduğunuz Cafe , Gezegenimizin en pahalı reklam panosuna bakıyor olabilir bodoslama ... Ama , Panoda yanıp sönen ışıltılı dünyanın hatırlattıkları ile taban tabana zıttır , kahvaltı tabağınızdaki seçimleriniz ... Az az ve chopsticklerinizin izin verdiği ölçüde büyük lokmalarınızla seyredersiniz bir TOKYO sabahını ...
İmparatorluk Sarayını ve Edo Kalesini gezersiniz arada , zamanı durdurarak , sakince , yakınlardan gelen tütsü kokuları ASAKUSA'da gözünüze takılan Budistçe kaleme alınmış hediyelik dualardan almanıza neden olur , Asakusa Kannon Tapınağında ( Sensoji ) elinizde tahta kaşık , arınmaya çalıştığınızı farkedersiniz birden bire ...
Seyahatlerde herşey değişir , başka bir şekle bürünür ... İnancınız ne olursa olsun , hayat görüşünüz , alışkanlıklarınız ve seçimleriniz ne kadar farklı olursa olsun dünya nüfusunun geri kalanından , gittiğiniz ülkelerde bir şehirsever olarak "Şehrin dokusuna bürünmeyi sevenlerden " oluverirsiniz , gümrükten çıktığınız andan itibaren ...
Ve TOKYO'dan "İNCİ" almak yerine , BUDA'ya en çok dua gönderenin Kendiniz olması gerektiğine inanarak bütün Tapınakları dolaşırsınız , yolüstünde olan , olmayan ...
10 Katlı Teknolojik ürünlerin satıldığı bir Mağazadan hiçbirşey almayıp çıkmayı başarmışsanız , siz de benim gibi "Şehri satınalmak yerine geçmişinin izlerini aramayı sevenlerdensiniz" ve bu durumda iflah olmaz bir Maceraperestsiniz ...
İflah olmaz Maceraperest olarak , Meiji Tapınağında bir evlilik törenine şahit olursunuz , geleneksel kıyafetleri içindeki Gelin ve Damadın yanına yaklaşmaya çalışarak mümkün olduğunca -fotoğraf makinanızı göstermeden- ...
Genç çifti evlendirince içiniz rahat doğruca "Tokyo Orient Bazaar'a" ... Tahmin edilemeyecek kadar güzel Tasarım mağazalarında baştan çıkartırsınız kendinizi ... giy çıkart tak takıştır ister al ister alma ama keyifle uçuk kaçık tasarımları fotoğraflarsınız ... Daha da rahatlamak istiyorsanız ya "Kaligrafi" öğrenmeye , ya "İkebana" , önden çay seramonisinde sunulan yeşil çayın tadını çıkartmış olmanız şartıyla ...
Bu kadar rahatlamışken eğlence de olmalı ... Sırada Tokyo Disney Resort ... Kah çocuk olup Mickey'le dans edersiniz , kah ebeveyn kimliğiniz ile alışveriş yaparsınız çoluğa çocuğa ama , en çok da kendinize ...
http://www.tokyodisneyresort.co.jp/en/index.html
Bir bakmışınız Korsan gemisindesiniz , bir bakmışınız Goffy'nin arabasında ...
Bu rüyadan sizi ancak fuji dağına gidiyor olmak uyandırır ...
Ve uykudan uyanıp Tokyo'dan uzaklaşırken , bu teknolojilerüstü kente "veda etmeyi sevmeden ayrılan bir şehirkolik olarak" ***"belki yine gelirim , sesime ses veren olursa birgün" dizelerini içinizden geçirerek sessizce allahaısmarladık dersiniz ... Yolunuz düşecektir elbet ,yüksek sesle vedalaşmadığınız için bu Erkek şehre ...

*** "Belki Yine Gelirim" Ahmet Telli'nin şiiridir ...

KARLOVY VARY // KARLSBAD

Yılları hem yaşamış , hem biriktirmiş , biriktirirken yaşlanmış , yaşlanırken modası geçmiş ...Yıllara boyuneğmiş zarif bir Büyükanne Karlovy Vary ...
Gençliğinde bir dönem Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK bile abayı yakmış bu zarif kadına ...
Şaşaalı gençliğinden kalma vizon kürkü omuzlarında , saçını incili tarakları ile toplamış , buruşuk yaşlı ellerinde çok karatlık zümrüt yüzüğü ve nur yüzünde gündüzün sakinliği , kapısının çalınmasını bekliyor , geçmişten birinin gelip onu alacağını ve bembeyaz keten örtülü , incecik porselen tabaklı , gümüş çatal bıçak ile yemeklerin servis edildiği bir masada , Bohemia kristal kadehlerde kırmızı şarabı sağlığına kaldıracaklarını düşünüyor , düşlüyor ...
Bekliyor ... Bekliyor ... Bekliyor ...
Günboyu eski dostlarını hatta , tanıdıklarını bile bekliyor ...Tabii kapısı çalınmıyor ve gece inerken üzerine kasabanın , uyuyakalıyor Büyükanne Karlovy Vary , gündüzü daha bitiremeden ...
Yaşlılıktan gündüzleri yaşıyor Karlovy Vary , gecelere enerjisi yetmiyor , erkenden uyuyor , hava kararır kararmaz ...
Avrupa'nın geçmişini öğrenmek istiyorsanız bu Büyükanne ile tanışmalısınız , henüz yaşıyorken ...
Anlatacağı o kadar çok şey var ki eskilerden , bir yandan o anlatıyor , bir yandan siz Tepla Nehrinde maskeli baloya karışıyorsunuz , üstelik davetsiz olarak ...
Elinizde Bohemia şampanya kadehi , tanıdık bir yüz arıyorsunuz etrafınızda ... O kadar kısa sürüyor ki Balo , bir geliş bir gidiş mesafesi nehrin kenarında ya da göz açıp kapayana kadar ... Karlovy Nine anlatmaya devam ediyor buarada , kendisi bile nefesinin yetmesine şaşırıyor , zaman zaman kapanıyor gözleri yorgunluktan , sonra aniden enerji buluyor sevdiği biri aklına gelince ...
Tepla nehrinde zaman o kadar yavaş akıyor ki , unutulmasını buna bağlıyor insan ... Hani , varolmanın reçetesi olsa elinizde , yeni baştan kuracaksınız bu nehri , daha debili , daha deli dolu ...
Ayrılırken bu yaşlı ve yorgun kasabadan biliyorum , bir daha görüşemeyeceğimizi ... Zamanın Karlovy Vary'e yetmeyeceğini ...

Siz de benim gibi " Şehri olduğu gibi seven ve kabul edenlerdenseniz , şehir anılarını biriktirip , geçmişi sorgulamayı sevmezseniz " gidin ve anlatsın Karlovy Vary aşklarını , gençliğini , kimi hatalarını , kimi sorularını , kah doğrularını ama , tamamen gerçeği , dinleyin ... ilk ağızdan , Ondan ...
Karlovy Vary'i tanıdıktan sonra , başka diyarlar yavan geliyor şehirkoliklere ...

PARİS

Paris de aynı İstanbul gibi "DİŞİ BİR ŞEHİR" 
Güne zarif bir İşkadını olarak başlar etrafındakileri tarzı ile büyüler. Yaşlanmaz asla, yüzyıllar geçse de üzerinden her daim genç kalanlardandır herşeye rağmen. Geceleri ise çıkartır üzerinden Chanell tayyörünü, seksi bir kadındır artık Paris kıpkırmızı olur Dior elbisesi. Gizemli ve çekici, ne istediğini bilen, 30'lu yaşlarının sonuna gelmiş Paris çok canlar yakar geceleri, çok fenerler söndürür ara sokaklarında. Hem çocuksu, hem seksi Paris, hem eski, hem yeni Paris, hem insalcıl, hem acımasız, hem yaşanır, hem kaçılır Paris...
Cafe de Flore - Paris 
Sartre, Cafe de Flore'da 
Cafe de Flour'da Jean Paul SARTRE ile gündem yaratırsınız, SHAKESPEARE & CO. kitap evinde son çıkan roman takılır gözünüze, satın alınca romanı içine mutlaka "Zero kilometer Paris" damgası vurdurursunuz, tam o anda NOTRE DAME'ın KAMBURU, çanı çalmaya başlar, Sorbonne Öğrencileri karşı tavırları ile köprüden günü selamlar ve belki en sevdiğiniz filmden bir kare düşer fotoğraf makinenize, MOULEN ROUJE simalarıyla ve bilirsiniz Naif Müzesinin ( MUSEE d'ART NAİF MAX FOURNY - Halle Saint - Pierre Musee Paris ) KAPALI olduğu gündür o gün siz de RESSAMLAR TEPESİ ile yetinirsiniz. Zaten, SACRE COEUR MONTMARTE bir güne sığamayacak kadar büyüktür acelesi olmayana, acelesi olan için o kadar fettandır ki Paris zamanı unutturur ve bir de bakarsınız aceleniz varken bile SACRE COEUR'de atlıkarıncadasınız...
Sacre Coure - Paris 
Paris'te çocukluğunuzu özlerseniz EURODİSNEY' de almalısınız soluğu. Eğer zamanın integralini almaksa istediğiniz LOUVRE MÜZESİNE gideceksiniz. MONA LİSA tablosunu es geçip, Asya Medeniyetleri Bölümünde gözünüzü kapatın ve içinize Asya'nın geçmişini çekin. Anlattıkları uyuşmaz Paris'in anlattıklarıyla.

Ve canınız nanik yapmak isterse hayata istikamet POMPIDOU. O size yardımcı olur dalganızı geçerken.
Yahudi Mahallesi - Marais
Yorulduğunuz anda Yahudi mahallesi MARAİS yetişir imdadınıza. Marais'de vitrinlere dokunun, kokusunu duyun sokakların, Nazi'lerin adımlarında yıpranan kaldırım taşlarını hissedin. Siz, ezmeden geçin bu taşları.

"ZAMANI, ZAMAN SORGULAR ANCAK VE ZAMAN, ZAMANA HESAP VERECEKTİR BİR GÜN MUTLAKA" 

Nazi'lere inat, oturup bir cafe'de Yahudi çöreğinizi, sütlü kahvenize batırın yiyin, hayat budur işte!

Gece başlarken Paris'te, çeki düzen verin üstünüze başınıza, atılın kollarına aşka susamış şehrin. Ya OPERA BİNA'sında sevişin ya da SEİNE NEHRİ kıyısında yemeğe davet edin Paris'i. Camambert ve şarap ile başlayın geceye, midye ile devam edin, balık ile bitirin, bir de bir kaç kaşık Soğan Çorbası. Üstelik azar azar tadımlık olacak hepsinden, PARİS asla kilo almak istemez, kilo aldıranı ise sevmez!

İSTANBUL
Gittiğim şehirlerde kaybolmayı severim ben . Ara sokaklara girip çıkıp , kafamda tamamen ters yüz edince şehri rahatlayanlardanım . Büyük büyük mağazalarda , markalı markalı alışveriş yapmak yerine , küçük küçük cafelerde oturup etrafı ve insanları seyretmeyi tercih ederim ... Geceleri bile uyumaz o şehri gezerim ... Gündüz renkleri , gece renkleriyle yer değiştirdiğinde ,şehir birden farklı bir kişiliğe bürünür ... Zaten her şehrin bir gündüz , bir gece kişiliği vardır , şehirseverler bilir bunu ...İstanbul ; gündüzleri güngörmüş , ağırbaşlı bir hanımefendidir , evet evet " İSTANBUL DİŞİDİR GÜNDÜZLERİ" ... Gece renkleri yanmaya başlayınca sokaklarında , İstanbul kimliğini değiştirir hiç düşünmeden ... Hovardalık taşar damarlarından , Kabına sığamaz olur , deli dolu çağlarına geri döner ... "ERKEKLEŞİR İSTANBUL GECE SOKAKLARINDA" ...
Her yolculuğun bitiminde döndüğünüz şehir benim yaşadığım bu şehir ise , dünyadaki en şanslı nüfus yoğunluğunda istatistiklere giriyorsunuz demektir.Bu şehir ;"YAŞAYAN ŞEHİR SEVERLERİN" şehridir ... "ŞEHRİ İSTANBULU SEVMEKLE KALMAYIP YAŞAYANLAR" olarak MADE IN ISTANBUL damgalarımızla dolaşırız en ücra köşelerini bile gezegenimizin ... Nereden düştü yolun buraya sorusuna , ülke adı yerine , şehir plakası verenlerdenim ben ... Produced in ISTANBUL ...
Gündüz , Kadın kılığında çocuklar doğurur bu ana , geceleri , erkek kılığında can alır , isimleri meçhul , soyadları failimeçhul ...
Gürültüyü , patırtıyı , karmaşayı , kiri pası , griyi , doluluğu , parasızlığı , yoksulluğu , ama , zenginliği de , ihtişamı da , efsunlu hikayelerde oryantali , doğunun gizemini , batının alışveriş merkezlerini , vapurla bir kıyıdan diğerine gitmeyi ve giderken simidini martılarla bölüşmeyi sevenlerin , camilerin şehre vuran gölgesinde gölge oyunlarını izlemeye tutkunların şehridir bu şehir... Bu şehir , Dünyanın en arzu edilen kadını ve en taciz eden erkeğidir ...
Bir tek İstanbul'un dişiliği ortasından deniz geçirebilmiştir ve bir tek bu şehir , iki aşığı idare edebilmektedir yüzyıllardır ... Aynı zamanda , aynı mekanda İstanbul , Asya'yı da , Avrupa'yı da aynı aşkla bağlamıştır kendine ... Gündüzleri Avrupa'nın dişi tarafı , geceleri Asya'nın maçoluğu sarıp sarmalayıp , öpücüklere boğar bu eşsiz şehri ...
"ŞANSLI NÜFUS YOĞUNLUĞUNDA KAYITLARA GEÇEN ŞEHİRSEVER" iseniz ve O Gün bir mola verecekseniz hayatınıza , kendiniz için ...
Oturun bir çay bahçesine Boğaz'ın kıyısında , geçmişin izini sürmek için Boğaz'ın akıntısına kapılıp , çayınızı , deminin tadını bozmadan yudumlayın , sıcacık poğaçanız ile ... İstanbul demi çayınız , hayatın anlamına işte budur dedirtecektir ... Hele güneşli bir Boğaz sabahı ise ... Isının , yüzünüzü güneşe sürerek , İstanbul seslerinde dinleyin sessizliği , belki bir şilep takılacaktır gözbebeğinize , acele acele manzaradan çıkmaya çalışan ...
Kahvaltıdan sonra düşün yollara ...
Özgür hissetmek için çıkın Galata Kulesine , takın Hazerfan kanatlarınızı ,uçun süzülün Gökyüzünde ... Bildik bir kıyıya vardığınızda çıkarın kanatlarınızı ... Kız Kulesinde zamane aşklarına tanıklık edin , kendi aşkınıza bir şans daha tanıyarak ...
Çocukluğunuzun kokularını aramak için gideceğiniz adres kesinlikle oyuncak müzesi olmalıdır ... Oyuncak müzesinde ; evcilik oynayın taş bebekleri gizlice alarak sergilendikleri camekandan ... Olmadı İtfaiye eri olun , kurtarınİstanbul'u kül olmaktan ... Uzay odasında , Mr. Spake ile Uranüs , Neptün , Plüton bir iki ... Kuklaları indirin dizildikleri yerden , kurun derme çatma sahne , oynatın Kuklalara " Romeo ve Juliette'i " ne de olsa " AŞK , HER DİLDE AYNI OYNANIR ... "


Ve hala doyamadınızsa oyun oynamaya , ayrılın Oyuncak Müzesinden çıkın bu defa sokağa , toplayın kız arkadaşlarınızı hatta erkek arkadaşlarınızı da çağırın , 5 taş oynayın , 5 Prens Adasıyla ...
Hiç bir çocuğa nasip olmamıştır yeryüzü tarihinde böylesine Oyuncaklar ...
Üniversite çağınıza tutunmak istediğinizde , atlayın Kadıköy'den vapura , Eminönüne vardığınızda O bekliyor olacaktır İskelede ...
Birlikte yürüyün Eminönünde ... Cağaloğlu yokuşundan çıkın , Nuruosmaniye Kapısına kadar arayın seslerini sınıf arkadaşlarınızın ... Kapalıçarşının içinden geçerken , bir kaçamak yapın ve hızlıca gözatın " Bedestene "... Asırlık Kahve' de bol köpüklü İstanbul Kahvenizi yudumlayın , lokumla ağzınızı tadlandırarak ...
Dışarısı kararmaya başladığında Meyhanelere sorun geri kalanını İstanbul'un ...Rakı , Meze ve gündüz ağa yakalanan Palamut yeter geceyi anlatmaya , fonda : " Şimdi uzaklardasın " , " Gözlerinin içine başka hayal girmesin " , " Hiç bir şey de gözüm yok " , " Bir kızıl goncaya benzer dudağın " , "Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım " , " Fikrimin ince gülü " , " Kimseye etmem şikayet " , Huysuz ve tatlı kadın " , " Bir tatlı huzur almaya geldim Kalamış'tan " , " Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini " , " İntizar " , " Senede bir gün " , " Bu akşam bütün meyhanelerini dolaştımİstanbul'un " , " Elveda meyhaneci " ... arasından sayabildiklerin ile ayrılırken çakırkeyf meyhaneden , bugün de , bir önceki gün gibi yerini alacaktır tarih sayfalarında ...
Ertesi sabah kaldığı yerden devam edecek Hayat ve İstanbul , geçmişini unutmadan ...

4 yorum:

  1. blogunu okuyunca kendimi fransa'ya gitmek zorunda hissettim :) Cafe de Flore'de oturup senin için bir kahve içeceğim.

    YanıtlaSil
  2. barselona'yı özledikçe çektiğimiz fotolara bakıp blogunu okuyacağım teyze :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Fotoların güzel olanları senin objektifinden yansıyanlar zaten sevgili yeğenim ... Barselona'yı seninle dolaşmak oldukça keyifliydi ... Altını üstüne getirdik sanırım ...
      Yüreğindeki tüm yolculuklara çıkmanı diliyorum ...

      Sil
    2. ikimiz de seyahatsiz kalmayalım :)

      Sil