29 Mart 2012 Perşembe

İLK YOLCULUK

İLK YOLCULUK…

Hayatımın ilk yolculuğunu yazmak istediğimde, hangisi olduğuna karar vermek oldukça zor oldu. Belki ilk değil ama, benim " İlk Yolculuğum " olarak Günlüğüme not ettiğim, babamla yaptığım ilk ve son ve tek yolculuktur.
Annem, Babam, Ablam ve ben ; 1 hafta gemi ile Karadeniz sahillerini dolaştık.
Karadeniz'i, bir hafta süresince gemi ile dolaşırken yaklaşık 5 yaşındaydım. En küçük çocuklar olduğumuz için bu geziye çıkmaya hak kazanmıştık ablam ve ben. Karadeniz seyahatinden hala unutamadığım ; Trabzon'da, çisil çisil yağan yağmurda Sümela Manastırı'nı gezmemiz ve Sinop'ta, Gemimize Sinop Cezaevindeki mahkumların yaptığı, boncuk işi eşyaların getirilip, satışa sunulması. Annem, Nar Çiçeği renginde boncuklarla yapılmış bir bozuk para çantası aldı o gün.

1968 yılının Sonbaharında, kim bilir hangi mahkumun, kim bilir kaç gün - kaç gecede işlediği bu çanta hala duruyor modern dünyanın sürgülü gardrop odasında, çanta rafında - ama, artık kullanılmayanlar tarafında. Kim bilir adı neydi, suçu neydi, genç miydi? Kimbilir belki kan davası, belki düşünce suçlusu! Kaç senedir kucaklayamamıştı acaba sevdiklerini ve sevdikleri bekliyor muydu onu hala aynı aşkla. Belki de onun için rengi, Nar Çiçeğiydi bu çantanın. Sevdiklerine olan özleminden dokumuştu. Malum, özlem ; nar gibi çoğaltır yanlızlığı zamanın içinde.
Yıl 2012 ... Artık çıkmıştır cezaevinden muhtemelen, özgürdür ve iç yolculuğunu hapisteyken tamamladıysa, yolculuğa çıkmaya bile hazırdır, keşfetmeye dünyayı. 

Eğer " BİR ŞANS DAHA TANIRSAK YAŞAMASINA "


Hopa'dan ileri gidemeyip geri dönen gemimize yunus balıkları arkadaşlık etti, seyir boyunca. Gemi, İstanbul Boğazına girdiği zaman 5 yaşındaki bir bireyin algılayabileceği bütün renklerle , ne kadar olağanüstü bir şehri seyrediyor olduğumu anladım ve hala daha güzelini BULAMADIM.


Küçük bir Not : Annem ve Babam bir daha birlikte yolculuğa çıkamadılar. Babam bu yolculuktan 3 yıl sonra son bir yolculuğa çıktı, bütün sevenlerinin O'nu çiçeklerle ve dualarla uğurladığı. Annemse, uzun zaman ara verdiği yolculuğuna zaman zaman benimle, zaman zaman başka sevdikleri ile devam etmekte ...

nAifce

YÜREĞİMDE TAŞIDIĞIM ŞEHİRLER ; İSTANBUL




İSTANBUL

Gittiğim şehirlerde kaybolmayı severim ben. Ara sokaklara girip çıkıp kafamda tamamen ters yüz edince şehri rahatlayanlardanım. Büyük mağazalarda, markalı markalı alışveriş yapmak yerine küçük cafelerde oturup etrafı ve insanları seyretmeyi tercih ederim. Geceleri bile uyumaz o şehri gezerim. Gündüz renkleri gece renkleriyle yer değiştirdiğinde şehir birden farklı bir kişiliğe bürünür. Zaten her şehrin bir gündüz bir gece kişiliği vardır şehirseverler bilir bunu. İstanbul gündüzleri güngörmüş, ağırbaşlı bir hanımefendidir, evet evet " İSTANBUL DİŞİDİR GÜNDÜZLERİ". Gece renkleri yanmaya başlayınca sokaklarında İstanbul kimliğini değiştirir hiç düşünmeden. Hovardalık taşar damarlarından, kabına sığamaz olur deli dolu çağlarına geri döner. "ERKEKLEŞİR İSTANBUL GECE SOKAKLARINDA"
Her yolculuğun bitiminde döndüğünüz şehir benim yaşadığım bu şehir ise dünyadaki en şanslı nüfus yoğunluğunda istatistiklere giriyorsunuz demektir. Bu şehir "YAŞAYAN ŞEHİR SEVERLERİN" şehridir. "ŞEHRİ İSTANBULU SEVMEKLE KALMAYIP YAŞAYANLAR" olarak MADE IN ISTANBUL damgalarımızla dolaşırız en ücra köşelerini bile gezegenimizin. Nereden düştü yolun buraya sorusuna ülke adı yerine  şehir plakası verenlerdenim ben. Produced in ISTANBUL :)

Gündüz kadın kılığında çocuklar doğurur bu ana, geceleri erkek kılığında can alır isimleri meçhul, soyadları faili-meçhul…

Gürültüyü, patırtıyı, karmaşayı, kiri pası, griyi, doluluğu, parasızlığı, yoksulluğu ama zenginliği de, ihtişamı da, efsunlu hikayelerde oryantali, doğunun gizemini, batının alışveriş merkezlerini, vapurla bir kıyıdan diğerine gitmeyi ve giderken simidini martılarla bölüşmeyi sevenlerin, camilerin şehre vuran gölgesinde gölge oyunlarını izlemeye tutkunların şehridir bu şehir.
Bu şehir dünyanın en arzu edilen kadını ve en taciz eden erkeğidir…

Bir tek İstanbul'un dişiliği ortasından deniz geçirebilmiştir ve bir tek bu şehir iki aşığı idare edebilmektedir yüzyıllardır. Aynı zamanda, aynı mekanda İstanbul Asya'yı da , Avrupa'yı da aynı aşkla bağlamıştır kendine. Gündüzleri Avrupa'nın dişi tarafı , geceleri Asya'nın maçoluğu sarıp sarmalayıp öpücüklere boğar bu eşsiz şehri.

Siz de "ŞANSLI NÜFUS YOĞUNLUĞUNDA KAYITLARA GEÇEN ŞEHİRSEVER" iseniz ve O gün bir mola verecekseniz hayatınıza kendiniz için; oturun bir çay bahçesine Boğaz'ın kıyısında geçmişin izini sürmek için Boğaz'ın akıntısına kapılıp çayınızı deminin tadını bozmadan yudumlayın sıcacık poğaçanız ile. İstanbul demi çayınız hayatın anlamına işte budur dedirtecektir. Hele güneşli bir Boğaz sabahı ise ısının yüzünüzü güneşe sürerek İstanbul seslerinde dinleyin sessizliği belki bir şilep takılacaktır gözbebeğinize acele acele manzaradan çıkmaya çalışan.
Kahvaltıdan sonra düşün yollara tekrar özgür hissetmek için çıkın Galata Kulesine bu defa takın Hazerfan kanatlarınızı uçun süzülün gökyüzünde. Bildik bir kıyıya vardığınızda çıkarın kanatlarınızı. Kız Kulesinde zamane aşklarına tanıklık edin, kendi aşkınıza bir şans daha tanıyarak.
Çocukluğunuzun kokularını aramak için gideceğiniz adres kesinlikle oyuncak müzesi olmalıdır. Oyuncak müzesinde evcilik oynayın taş bebekleri gizlice alarak sergilendikleri camekandan. Olmadı itfaiye eri olun kurtarınİstanbul'u kül olmaktan... Uzay odasında , Mr. Spake ile Uranüs , Neptün , Plüton bir iki ... Kuklaları indirin dizildikleri yerden , kurun derme çatma sahne , oynatın Kuklalara " Romeo ve Juliette'i " ne de olsa "Aşk , her dilde aynı oynanır” 



Ve hala doyamadınızsa oyun oynamaya , ayrılın Oyuncak Müzesinden çıkın bu defa sokağa , toplayın kız arkadaşlarınızı , 5 taş oynayın , 5 Prens Adasıyla :)
Hiç bir çocuğa nasip olmamıştır yeryüzü tarihinde böylesine Oyuncaklar ! 
Üniversite çağınıza tutunmak istediğinizde , atlayın Kadıköy'den vapura , Eminönüne vardığınızda O bekliyor olacaktır İskelede. 
Birlikte yürüyün Eminönünde, Cağaloğlu yokuşundan çıkın , Nuruosmaniye Kapısına kadar arayın seslerini sınıf arkadaşlarınızın. Kapalıçarşının içinden geçerken , bir kaçamak yapın ve hızlıca gözatın " Bedestene “, asırlık kahve' de bol köpüklü İstanbul kahvenizi yudumlayın , lokumla ağzınızı tadlandırarak :)
Dışarısı kararmaya başladığında meyhanelere sorun geri kalanını İstanbul'un rakı , meze ve gündüz ağa yakalanan palamut yeter geceyi anlatmaya , fonda : "Şimdi uzaklardasın" ,               "Gözlerinin içine başka hayal girmesin" , "Hiç bir şey de gözüm yok" , "Bir kızıl goncaya benzer dudağın" , "Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım" , "Fikrimin ince gülü" , "Kimseye etmem şikayet" , "Huysuz ve tatlı kadın" , "Bir tatlı huzur almaya geldim Kalamış'tan" , "Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini" , "İntizar" , "Senede bir gün" , "Bu akşam bütün meyhanelerini dolaştım İstanbul'un" , "Elveda meyhaneci" ... arasından sayabildiklerin ile ayrılırken çakırkeyf meyhaneden , bugün de , bir önceki gün gibi yerini alacaktır tarih sayfalarında !
Ertesi sabah kaldığı yerden devam edecek hayat & İstanbul , geçmişini unutmadan...